20
Oca

Patlangoç

Hanimiş Denemelerim benim, hanimiş..

Şimdi ellerimde karanlıklar büyütüyorum, dudağımda söz yaşları, yenime siliyorum. Yalnızlığı çok sevsem, bir gün o da çekip gider mi?

Duygularım sarı renk, turuncuya kaçmış, kollarını açmış.. (Nasıl da ah bu ben)

Öylece duruyor orada, adımlıyorum, ilk adımım gibi, daha önce yürümemişim gibi, bir adım daha ve parmaklarım uzuyor, biliyor musunuz uzun parmaklarla hiçbir şey tutulmuyor, sonra acemiliğinden artık arınmış bir adım daha ve ölüm. İnsan doğar, ölür ve büyür..

Türk filmi kalibresindeki bu hislerim gerçek olamaz diyorum, tekrar ve tekrar kendime bunu hatırlatıp duruyorum, eğer gerçekse bile oralardaki gibi bitmeyecek biliyorum, bir Metin Erksan filminde resimde can buluyorum, ölmek zamanı.

Hödüklerin efendisi, kendime bunu layık görüyorum, en azından hakettiğim bir ismim olsun. Mağaramın ziline de çok yakışıyor. Birden aklıma umut ipleri geliyor, kahkaha atıyorum, öyle böyle değil. Cidden hödüklerin efendisiyim.

Etrafımda seslerden örülü bir kafes, bir nefeste içime çekiyorum, kulağımda hala hayde, ellerimde fatih erkoç (çok abarttım biliyorum(kısacası ellerim bomboş)). Ben bir yozum, gözü karadır yozun, benim değil. Ah bu yanlış başlangıçlarım. Bu da benim patlangoçluğum ama hep yanlış zamanda. Arayışlar, yüksek perdelerde, sunturlu, böyle aynı anlama gelen iki şeyi peşpeşe söyleyince güzel mi oluyor, saçma, neden olsun ki, söylediğim herhangi bir kelime bir yere ulaşıyor olsa bile, çok ama çok kısaca ve basitce; anlamsızlar. Sevdiklerini değiştiremeyen her şey anlamsız, Puşkin bile başaramamış diyerek kendimi avuttuğum zamanlar vardı, sözlerin hiçbir işe yaramadığını daha o zamanlar görememiştim. Sinirli bakışlarıyla üstüme gelen kitaplığım, bir Sabahattin Ali cümlesi atıyor önüme, değişiyorum, kesinlikle gerçek değil, sadece uyduruyoruz. Umut, ümit ve bilimum gelecek kaygılı söz arasında bugünü unutuyoruz, dünü unutuyoruz, evet en çok dünü unutuyoruz, yaralar saran cümlelerle iyileşmeye çabalarken, (ahahah umut iplikleri, belki de dikiş atardık onlarla), bize bu yaraları açanın tek bir sözüne muhtaç olduğumuz gerçeğinden kaçıyoruz.

Değişiyorum, sesimden süsüme.. Küçülüyorum hayallerimle, süzülüyorum gökyüzünde, tabii ki de infilak ediyorum tüm sametliğimle. Hani biri durma kendini hatırlat diyor ya, pencereler kapatıyor ya, Nazım Piraye’ye mektuplar yazıyor ya, işte bunların hepsi, Nazım’ın Piraye’yi 8 yıl beklettikten sonra terk etmesi kadar yalan. Şu anda  onların göremediği bir şeyi gördüğümü düşünecek kadar hödüklerin efendisiyim. İşte ellerde nasıl karanlık büyür sorusunu soran vardıysa en başta, bunlar da cevaplar..

“Önce söz vardı” diye başlıyor Yuhanna, sonra hayat gelmiş, ben bütün sözleri tuttum, hayat gelmedi. Pazar gününe denk gelmiş olmalıyım. (Kelimelerle oyunlar, çok komiğim) . Sonradan gelenler o sözün “Ol” olduğunu bildiriyordu, ne isterlerse oldum, olmadı..

Bir gün gerçekten bir yere ulaşabilecek miyim, bir gün gerçekten bir yer bana ait olabilecek mi ve bir gün gerçekten ben anlaşılabilecek miyim? Oralarda bir yerde hödüklerin efendisine de yer var mı?



Arkamdan Konuşun